Bu Da Geçer Ya Hû
Gözlerini açtığında karanlık bir odada bir koltukta otururken buldu kendini. Sonra ayak sesleri.. Ahşap boşluklu bir zeminde yürüyen sert ayak sesleri. Gittikçe yakınlaşıyordu biri yahut bir şey. Ve karşısında loş bir sahne belirdi bir anda. Sonra da ayak seslerinin sahibi. Belliydi bir şekilde kendini tiyatroda bulmuştu. Peki ama nasıl? Kim getirmişti onu buraya? Kendi mi gelmişti? Aklındaki düğümün şaşkınlığıyla kalakalmıştı.Oyun başladı sonra, buraya nasıl geldiğini düşünmeyi bırakmış seyre dalmıştı bir anda. Karşısında heyecanlı bir şekilde koşan gazeteci çocuk “Yazıyor Yazıyor” diye bağırıyordu. Kim, ne yazıyordu? Ardından kayboldu geldiği gibi koşarak ve sahne yalnız kaldı yine. Bir Türk askeri ve iki matbaacı vardı şimdi karşısında. Konu da İstanbul’un işgaliydi; anlamıştı artık. Komediydi belli. Kendini alamıyordu esprilere gülmekten. Olanları unutmuştu; tamamen oyundaydı bedeni ve zihni. İngiliz amiral, paşa kızı, hizmetçi, matbaacılar, asker.. Hepsi onlardı gerçekten. Ayak sesleri, konuşmalar, koşturmaca, sahne arası müzikler.. Müziklere eşlik eden iki yana sallanan mutlu bedeni. Böyle geçti bir müddet oturduğu koltukta. Ve sonra sahne bitti, hikaye son buldu. Şimdi karşısında tüm oyuncular sıralanmış selam veriyordu. Yüzlerinde gülümseme.. O anda yüzlerine yeniden baktığında az evvel gördüğü İngiliz amiral artık yoktu, bir Türk gibi bakıyordu şimdi gözleri. Tüm oyuncular artık kendileri gibi bakıp, icra ettikleri sanatlarının oluşturduğu mutlulukla ona gülümseyerek bakıyorlardı. Sonra kendine geldi bu bakışlar altında. Artık gerçeğe dönmüştü o da. Sorular yeniden belirdi zihninde. Ben buraya nasıl geldim? Neden geldim? Beni buraya çeken neydi? Karşımdakiler beni tanıyorlar mıydı? Ve daha pek çok soru. Donakalmıştı bir kez daha. Kalkmaya yeltendi ama yapamadı. Koltuktan ayrılamıyordu. Sahne şimdi yine sessizdi. Tiyatrodaki ahşap dekorun, perdelerin, sanatın sıcaklığını, kokusunu hissediyordu. Ve bu güzel duygular eşliğinde gözlerini kapattı tebessümle, içine derin bir nefes alarak. Yeniden kapakları aralandığında bu sefer karanlık yoktu, loş ışık, perde, sahne yoktu. Maviydi her yer, masmavi; aralarda beyaz büyük pamukçuklar. Bu sefer gökyüzüydü karşısındaki. Kafasını yana çevirdi ve çimlerle göz göze geldi o anda. Kokusunu içine çekti yeşilin. Çevresindeki tekdüze insanlardan sıkılıp kaçıp geldiği ağacının altında uyuya kalmıştı. Anımsıyordu şimdi. Sıkılarak kapattığı gözlerini şimdi mutlulukla açmıştı, gülümsüyordu. Ve ilk söylediği söz de Türk askeri Süha’nın elinde bulunan çerçevedeki yazıydı.. “Bu da geçer ya hu!” Geçmişti, geçiyordu ve de geçecekti..
*Bir tiyatro sizi sardıysa başlangıçtan bitene kadar gerçekten güzeldir. Ama bence bir tiyatronun en güzel yanı sonudur. Tüm oyuncuların gözlerinde gerçek benlikleriyle yaşadıkları tatmin ve mutlulukla size bakıp o ışıkla selam vermeleri. İnsanın sadece o anı yaşamak için bile sahneye çıkmayı isteyebileceği bir mutluluk.. Peki ya sizce?
Betül AKBAŞ