Hegemonik Erkeklik Üzerine Bir İnceleme
İncelemek için seçtiğim makale; Hilal Onur ve Berrin Koyuncu’nun üzerinde çalıştığı, “Hegemonik erkekliğin görünmeyen yüzü: Sosyalizasyon sürecinde erkeklik oluşumları ve krizleri üzerine düşünceler” adlı makaledir. Bu makale odakta olmak üzere konu incelenmiştir. İyi okumalar. 🙂
Bu makaleyi seçmemin asıl sebebi; toplumsal cinsiyet çalışmalarının en fazla ele alınan konusunun kadınlar üzerine olan çalışmalar olması fakat aynı zamanda erkeklik üzerine yapılan çalışmalara da ihtiyaç duyuşumuzdur. Hem ülkemizde hem de dünyada toplumsal cinsiyet genel olarak kadın bağlamında ele alınır, bu konunun daha acele çözülmesi gereken problemlere sahip olduğu açıktır. Bu sebeple “kadın” çalışmalarının daha yoğun bir yer oluşturması hak verilebilir bir durumdur. Ek olarak, erkek çalışmaları da bu konudaki boşlukları tamamlayacak ipuçlarına sahip olacağından dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.
Birçok çalışmada toplumun kadın üzerindeki tanımlamalarını, yargılarını ve bu yargıların hangi kurum ve yollar ile güçlendirildiğini görüyoruz. Peki, konunun diğer boyutu olan “erkeklik” kavramı nasıl ve hangi yöntemlerle pekiştiriliyor? Erkeklik çalışmalarında gözümüze çarpan bir diğer durum ise, genellemelerin sıkça görülmesidir. Hoşuma giden ve kaynağını bulamadığım bir söz var: “Tek geçerli genelleme, tüm genellemelerin saçma olduğudur” diyor. Özellikle sosyal bilimler, genellemelerin uzak olması gereken bir alandır. Tarafsız ve net bir bakış sağlamak için, insan sayısı kadar önerme çıkarabileceğimiz bu alanda, genellemeler ulaştığımız sonucu lekeleyebilmektedir. Yine de insan beyni genelleme yaparak bir sonuca ulaşmayı ve problemin kapladığı yerden kurtulmayı sever.
Konumuza dönersek, erkek çalışmalarında genelleştirmeler özellikle olumsuz özelliklerini toparlayarak; “ kaba, rasyonel, az konuşan, duygularını ifade etmeyen, taciz eden, suçlu” gibi tanımlamalardan oluşuyor. Gerçek yaşamda bu tip erkekler olsa da aslında “eril” olarak nitelendirilen sıfatlar kadınların da sahip olabildiği, o özellikleri taşıyabildikleri su götürmez bir gerçektir.
Erkekliği pekiştiren bağlamlardan en önemlisi “erkek erkeğe” olarak nitelendirilebilecek olan homososyal ortamlardır. Erkekler bu ortamlarda yalnızca erkekliği pekiştirmekle kalmaz, kendisinden aşağı olarak görülen kadına ve diğer erkeklere karşı da bir statü oluşturarak kendini ispatlar, var oluşunu kabul eder ve ettirir. Bu üstünlük çabasının yalnızca kadın üzerinde değil de hiyerarşik olarak alt kademede görülen erkeklere karşı da sürdürülmesi dikkat çekici bir noktadır. Osman Özarslan’ın Hovarda Alemi adlı çalışmasında erkeklik kavramının üretilmesi ve sağlamlaştırılmasını taşradaki gece hayatı bağlamında ele aldığını ve gayet güzel tespitler ortaya koyduğunu görebiliriz.
Makale ya da kitap okurken üzerine notlar alarak ve diğer okuduğum, izlediğim kaynaklarla bağlantılar kurarak cümlelerimi oluşturmayı seviyorum. Ne tesadüftür ki, okurken denk gelen bir şarkı Barış Manço’nun “Ali Yazar Veli Bozar” şarkısıydı. Toplumsal konulara da sıkça değinmiş kıymetli bir sanatçımız olan Manço diyordu ki; “Gözümde yaş görseler / Erkek ağlar mı? Derler. / Gökler ağlıyor dostlar / Ben ağlamışım çok mu? / … Bir gün dönsem sözümden / Düşerim dost gözünden / Dünya dönüyor dostlar / Ben dönmüşüm çok mu?”[i]
Gerçekten manidar olan bu sözlerin ardından aslında erkeklerin de toplumsal bir etiketlemeye göre davrandığını görmek mümkündür. Erkeğe atfedilen birtakım özellikler ve erkeklik erdemleri vardır. Bunlara uymayan bireyler ise ötekileştirilir. Erkeklerin bir arada bulunduğu homososyal alanları bir yandan da erkek habitusu olarak niteleyebiliriz. Bu habituslarda erkek, erkekliğini ispatlamak zorundadır. Tarihin en eski zamanlarından beri şövalyeler, onların düelloları, askerler, yiğitler, kavgalar, polis devletler bu sistemi güçlendirerek sürdürülmesine ön ayak olmuşlardır.
Severek izlediğim eski bir dizi olan Merlin dizisinin bir bölümünde Prens Arthur’a meydan okuyup düello teklif eden şövalyenin başlığının altından bir kadın çıktığında herkes gülüyor ve küçümsüyor. Prens ise kadına karşı dövüşmenin kolay olacağı için ona onur getirmeyeceğini düşünerek düelloyu başta reddediyor. Şövalyelerin yalnızca asil ailelerden seçilmesi ve bağlı oldukları kurallara canları pahasına bağlı olduklarını gözlemleyerek de farklı coğrafyalarda toplumsal cinsiyetlendirme konusunda ipuçları elde edilebilir.
Erkek habitusunda erkeğin iktidarını sunabileceği bir alan açılmıştır ve “erkeği de ezen erkek” durumu söz konusudur. Yukarıda da bahsettiğim gibi, makalede de değinilen bir noktadır ki; erkek onur kazanmak istiyorsa karşısındaki kendinden aşağıda olan bir erkek mutlaka olmalıdır. Umberto Eco’nun, Düşman Yaratmak adlı makaleler derlemesinde de bahsettiği gibi “Bir barış sevdalısının bile düşmana ihtiyacı olabilir”.[i] Buna benzer şekilde erkekler de başka bir erkek vasıtasıyla “itibar” kazanmalıdır. Kadının buradaki rolü ise kediyken kendisini aslan gören karikatürdeki erkeğe kendini daha iyi hissettiren ve diğerlerinden daha üstün görmesine yardım eden bir aynayı oynamaktır.
Kadın ve erkeğin toplumsal cinsiyet rollerinin oluşturulması ve erkeğin daha baskın ve üstün konuma getirilerek ataerkilliğin temelinin atılması Neolitik Devrim ile birlikte avcı toplayıcılığın yerini kadın erkek iş bölümüne bırakması ve rollerin oluşmasına kadar uzanır. Fiziksel farklılıklarla ortaya çıkan bu ayrım daha sonrasında çeşitli sosyal ve kültürel özelliklerle birleşerek daha güçlü bir hale büründü. Durkheim’in de üzerinde durduğu gibi tarihte geriye doğru gittikçe toplumsal cinsiyet rollerinin ayrışmasının azaldığına şahitlik edebiliriz.
Ülkemiz üzerinden düşündüğümde ise, şu yargıya ulaşıyorum: “Kadın var olduğu yerdeki tüm işleri paylaştığında ve erkekle eş görev dağılımında bulunduğunda, söz hakkı veriliyor ve varlığı daha kıymet ve dikkat görüyor.” Doğruluğundan emin değilim bu konuda saha çalışması yapmak gerekir ama gözlemlerime göre yaşadığım Akdeniz’in bir kenti olan Burdur’dan yola çıktım. Burada özellikle köylerde kadınlar da ağır tarla işleriyle ilgileniyorlar, araba traktör gibi çeşitli taşıtları kullanıyorlar ve evrak işlerinde de büyük rol alıyorlar. Bu sayede erkekler nezdinde söyleyeceği söze duyulan itimat artıyor. Fakat doğu illerimizde kadınların sosyal alanı yalnızca evde eş ve anne rolünde olduğundan, kamusal alanda bulunmasına izin verilmediğinden veya kendisi istemediğinden; erkekler tarafından “kadının saçı uzun aklı kısadır” gibi rezil bir bakış açısıyla yüzleşiyorlar. Birey olarak varlığının kabul edilmesi ise düşük bir oranda gibi görülüyor. Fakat burada takıldığım bir nokta var ki, Serpil Sancar’ın “Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti” kitabında da sıklıkla sorguladığı gibi; “erkek yalnızca erkek olduğu için toplumda bir yeri varken, kadın neden yalnızca faydalı olduğunda var kabul ediliyor?” Örneğin neden Cumhuriyet kurulduğunda savaşta öncü rollerde yer alan kadınların oy hakkı konusu ancak onlar yeterli olduğunda verilmeli görüşü hakim oluyor? Yıllar boyunca kadınların eğitiminin önüne geçen sistem de ataerkilliğin yansımasıyken üstelik?
Yine Die Welle ve The Boy in the Striped Pyjamas filmlerinde erkeklerin hiyerarşi sisteminde alt kademede bulunan kişilerin kimliksizleştirilerek kitle haline getirildiğini açık bir şekilde görebiliyoruz. Gustave Le Bon’un da bahsettiği kitlelerin güruh haline dönmesi ve ortak bir topluluk kimliğinde buluşması özellikle erkeklerdeki davranışların “ilkel atavizmlere” dönüştürüldüğünü görebiliyoruz.
Toplumsal cinsiyet rollerinin oluşturulmasında pekiştirilmesinde ve sürdürülmesinde etkin rol oynayan bir diğer olgu ise, “kitle iletişim araçlarıdır”. Türkiye’de yayımlanan dizilerin %60’ında şiddet (fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik) ve istismar var. TV izleme oranı pandemi öncesinde günlük 274 dakikayken sonrasında 380 dakikaya kadar yükselmiş. Bu durum ise izlediklerimizin bir süre sonra gerçeğe dökülme oranını da artıracağı gibi bir endişeye sebep oluyor. Erkeğin erkeğe, erkeğin kadına şiddeti başta olmak üzere kadının da kadına –bu çoğunlukla psikolojik- şiddetini görüyoruz.
Modernite ile birlikte erkekler kendilerini alışık olmadıkları bir durum içerisinde buldular. Modernite dediğimiz kavram, iyi veya kötü birçok şeyin radikal bir şekilde yıkılışını ve farklı bir biçimde inşa edilişini ifade eder. Geleneksel erkekliğin yıkılışı da modernitenin sosyal döngülerinde gelişen bir süreçtir. Geleneksel olarak dünyanın çoğunluğunda ufak değişikliklerle yer alan “erkeklik” anlayışında meydana gelen dönüşüm ise bir kimlik krizine sebebiyet verdi. Fakat bu durum bile temelde yer alan toplumsal erkek rolünü bitirmedi. Homososyal birliktelikler ile yeniden inşa edilir ve güçlendirilir bir yapısı vardır. Erkeklik maalesef bir korku rejimidir. Sosyalizasyonun ortaya çıkardığı erkek rolünü oynayamamaktan ve yetersiz olmaktan korkar. Erkeklere atfedilen “duygularından bahsetmekten muaf olma özelliği” ise onların duygularını içe atmasına ve ruhsal bunalım yaşamalarına sebep olmaktadır. Bu bunalım ve kendini “kadına benzerim korkusu ile” ifade edememe problemi ise şiddete olan meyilin artmasına sebep olabilir. Gündelik yaşamda da bu sebeple eril dil kullanır; futbol, kağıt, okey gibi oyunları ciddi bir statü meselesi haline getirir ve küfürlerinin de %90’ını kadın bedeni üzerinden şekillendirir. Dilimizde de birçok erkeklik yüceltici deyim vardır. Makaledeki örneklere ek olarak; “erkek muhabbeti -siyaset, futbol konuşulan dedikodusuz olduğu iddia edilen konuşma- , erkek meselesi, adam gibi adam, adam ol! , erkek dediğin… , erkek erkeğe, bir işi de adam gibi yap!” gibi kullanımlara sıkça rastlıyoruz. Bu dil erkeğin iktidarını güçlendirir bir işleve sahiptir.
Sonuç olarak, her birey “Sizin dayattığınız kadınlık ve erkeklik kitlesel bir toplum oluşturmak için var olsa da ben bunu kabul etmiyorum. Kadının aşağılandığı bir sistemin sürdürülebilirliğine katkıda bulunmak istemiyorum” dese ve toplumun belirlediği rollerin kendisine uyup uymadığını, doğruluk ve yanlışlığını sorgulasa değişimin başlayacağı aşikârdır. Kadın dediğin, erkek dediğin… ile başlayan cümlelere onay verdikçe ya da karşı çıkmadıkça kısır döngü devam edecektir.
Burcu ALKAN
Merak Edenler İçin Faydalandığım Kaynaklar;
[i] MANÇO, Barış- Ali Yazar Veli Bozar, İşte Barış İşte Manço Albümü, 1989
[i] ECO, Umberto- Düşman Yaratmak, Doğan Kitap, 2011
1) ONUR Hilal, KOYUNCU Berrin- Hegemonik Erkekliğin Görünmeyen Yüzü: Sosyalizasyon Sürecinde Erkeklik Oluşumları ve Krizleri Üzerine Düşünceler, Toplum ve Bilim 101, Güz 2004, Sayfa 31-49
2) Yaşama Dair Araştırma Grubu- Hegemonik Erkekliğin Peşinden, Toplum ve Bilim 101, Güz 2004, Sayfa 50-70
3) SANCAR, Serpil- Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti, İletişim Yayınları, 2020
4) ÖZARSLAN, Osman- Hovarda Alemi, İletişim Yayınları, 2018