KIZDIKLARIMIZ
KIZDIKLARIMIZ; Kendilerimiz.
İnsan bazen şehrin tozlu akıntısına dalıp, baktığı şeyleri görmeden ilerleyebiliyor. Dikkat etmiyor bazı baktıklarına daha doğrusu edemiyor. Çünkü öyle bir hal aldı ki gündelik hayat, öyle bir hale geldik ki, yaşadığımız güzel anları dahi göremez olduk. Evet bakabiliyoruz fakat göremiyoruz. Çünkü görmek bakmaktan çok daha farklı, çok daha üstün. Bakmak bizler yavaş yavaş öldük hayatın robotlaşmış sularında.
Mesela önceden aile yemeklerimiz olurdu, sofraya erken oturulur, geç kalkılırdı. Amaç aile fertlerinin bir arada olduğu bu zamanı, birbiri ile sohbet ederek geçirebilmekti. O sofrada bütün günün özeti geçilir, yorgunluğu atılırdı vücudumuzdan. Anneler değer verdikleri için hazırlardı o güzel duyudan gelir, duygulara ulaşır. Ve bizler biraz biraz yitirir olduk duygularımızı. Şehirlerimizin enkazı, duyguların içerisine karıştı. Mektuplar, yerlerini tele fonlara bıraktı. Yazılar, anlamsız, manasız birer harf oldu parmak uçlarımızdan dökülen. Ve Evet, kaybetmemeliyiz kendimizi, zamana, değişen dünyaya karşı “biz de varız” demeliyiz. Telefonlarımız, sosyal medya hesap larımız, fotoğraflarımız olmalı elbet ama bunlar manasız birer parça, bir gösteriş aracı olmaktan çıkmalı. Duygularımız, yemekleri, sevgi katarlardı elleriyle açtığı böreklere, çorbalara, tatlılara…
Ama ne yazık ki kaybeder olduk bu değerimizi, katamaz olduk sofralara sevgimizi. “Bismillahirrahmanirrahim” diye başlardı yemekler, şimdi bu söz ” Fotoğraf çekiyorum” a bıraktı. Ve bizler o sofraları paylaştığımız, sosyal olmak için girdiğimiz sosyal medyalarda yitirdik samimiyetimizi. Değerlerimiz koskoca bir dağ oldu, değersizlikler çöplüğünde. Boğulmamak için bu çöplükte, elimizi tuttuğumuz bir kaç değerden başka ne var şuan bizimle? duygusuzluklara dönüşmemeli. Çayın yanında edilen sohbetler, kısaltılmış, kalın harfleri atılmış, hiçbir his, hiçbir sevgi saygı, öfke, endişe belirtmeyen sohbetlere(!) dönmemeli. Parmaklardan değil, yürekten dökülmeli, o geç saatlere kadar yaptığımız ama bir tat almadığımız sohbetler.
EMRE ÖZCAN