PLASTİK VE ARDINDAN KALAN ATIKLAR


Hayatımızın her alanında bulunan ve geride bıraktığımız 2018 yılında ciddi bir sorunla karşımıza çıkan bir madde, plastik. Plastiğin kendisi zararlı yanlarıyla çok fazla gündem olmasa da atık olduktan sonraki hali şuan dünyanın her yerinde ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmakta. Hayatımızı kolaylaştırması ve olumlu yanlarıyla birlikte plastiği kullanmaya başladık. Ancak kullandıktan sonrasını düşünmediğimiz plastiğin sadece doğada yıllarca kaybolmaması değil daha pek çok zararlı etkisi de söz konusu. Bunları düşünmeden önce plastik dediğimiz madde nedir ona bakalım.
Plastik, ısı ve basınç etkisi altında şekil verildikten sonra sertleşip hayatımızın pek çok alanında kullandığımız nesnelere dönüşen sentetik olarak (genellikle petrokimya sanayi ürünü) elde edilen organik bir polimerdir. Basit molekül grupları olan monomerlerin polimerize edilerek birleşmesi ve bu şekilde daha büyük moleküllü olan polimerlerin meydana gelmesi ile oluşan plastik, anlaşıldığı üzere de doğada saf halde bulamayacağımız ancak doğadaki ana maddelere dayalı olarak üretilen bir maddedir. Karbon (C), Hidrojen (H), Oksijen (O) ve Azot (N) atomları da plastiklerin iskeletini oluşturur.
*
Daha çok petrol ürünleri ile üretilenleri hayatımızın içinde olsa da plastiğin pek çok çeşidinden biri olan biyoplastik gibi biyolojik kaynaklardan da üretilebilen plastikler hayatımızda mevcut. İşte biyolojik kaynaklardan da üretilebiliyormuş gibi bir umuda kapılmadan önce söyleyeyim; evet biyolojik kaynaklarla da üretilebiliyor olsa da ne yazık ki tüm üretilen plastikler doğada kısa zamanda çözünme veya geri dönüşüm açısından doğadan yana değil. Bir kısım biyoplastik ürünler çevre dostu olsa da atık olarak zarar verenler de mevcut. Hayatımızdaki tüm plastikler de biyolojik kaynaklı değil maalesef.
Yaşantımıza ilk adımı 19. yy. ortalarında atan plastik günümüze kadar her alanda kullanılmaya başlandı. Giydiğimiz kıyafetlerden bir an bile elimizden düşürmediğimiz telefonlara, mutfakta gıdalarımızı sakladığımız kaplardan satın aldığımız malzemelerin ambalajına, sağlığımız için kullandığımız diş fırçalarından ilaç kutularına, tıbbi malzemelere kadar daha pek çok alanda plastiği görmek mümkün. Neden tercih ettik peki? Sağlam, hafif, yalıtkan, kolayca şekil verilebilen ve maliyeti düşük bir malzeme olduğu için diyebiliriz başlangıçta. Daha pek çok seçenek de sayabiliriz belki. Mesela tıp alanında malzemelerin temizliği için harcanan zaman, emek ve para; plastik ve tek kullanımlık malzemelerin üretimiyle çok daha kolay hale geldi. Hayatımızdaki diğer alanlarda da olduğu gibi. Peki sonucunda ne oldu? Tek kullanımlık, pratik bu malzeme ile daha çok atık oluşmaya başladı. Plastiğin kendi başına bile temas veya hava yoluyla zararları da elbette mevcut. Belki başka bir yazıda sizinle beraber onu da detaylarıyla konuşuruz ancak önceliği şuan için ciddi bir sorun olan plastik atıklara verip devam edeyim.
Hayatımıza hızlıca giren ve çok geniş bir alana yayılan plastik, atık olduğu zaman doğada çok uzun yıllar çözünmeden kalmasıyla hep bilinse de tüketimi arttıkça, sayısı arttıkça atık olarak çok daha ciddi sorunlar oluşturmaya başladı. İnsanlardan uzak yerlerde atık olarak duruyor olduğunu düşünsek bile (ki pek de öyle sayılmaz) etkisi tüm dünyayı ve içindekileri kapsayacak kadar geniş. Karaları, denizleri ve havayı kirleten dolayısıyla dünyayı, insan yaşamını tehlikeye atan bir zehir aslında.
Dünya yüzeyinin yüzde 80’ini sular oluşturduğunu düşünürsek hayat kaynağımız olan bu su kütlelerinden başlayalım, okyanuslardan, denizlerden, nehirlerden.. 2015’te yapılan bir çalışmaya göre, okyanuslara her yıl sekiz milyon ton plastik giriyor. Pek çok plastik atık kıyılardan veya gemilerden denize, okyanuslara salınıyor. Bu da suların kirlenmesiyle beraber sulardaki canlı yaşamını da derinden etkiliyor. Dünyanın pek çok yerindeki canlılar denize atılan atıklar sebebiyle can veriyor. Plastik torbaya takılan bir leylek, yine plastik bir balıkçı ağına takılan ve uzun yıllar yaşamalarıyla ün salmalarına rağmen son anda ölmekten kurtulan bir kaplumbağa, kabuklarının turistler tarafından toplandıktan sonra sahilde onlardan arda kalan plastik kabı kendine ev edinen yengeç, fotoğraflanan hayvanlardan sadece birkaçı. Fransa’da karaya vuran bir balina da 800 kg plastik bulunması da bir başka üzücü ve endişelendiren bir örnek. İnsan ürünü bir madde yine insanların düşüncesizliği ile doğanın, doğadaki canlıların sonu oluyor. Sadece insanların yakın olduğu yerlerde değil, dalgaların, rüzgarların etkisiyle insan yaşamından 2 mil uzakta bulunan bir toprak parçasında, hiç insan görmeyen bir canlıya bile ulaşıyor bu atıklar. Ne başarı ama değil mi?
JORDİ CHİAS / NATİONAL GEOGRAPHİC
SHAWNMILLER2014
Deniz canlıları bu atıklara takılmakla beraber onları bilmeden, farketmeden besin olarak da tüketiyorlar. Erik Zettler, okyanustaki plastiklerin hızlı bir şekilde genelde ‘Plastisfer’ adı verilen ince bir mikrop katmanıyla kaplanmasından dolayı canlıların onu yiyecek sandığını söylüyor. Plastiğin üstündeki bu tabaka, plastiğin yiyecek gibi kokmasına ve ona besin tadı vermesine yol açan kimyasallar salgılamasına sebep oluyor ve canlıları üzerine çekiyor. Bu canlılar sadece denizde yaşayanlar değil aynı zamanda avcı deniz kuşları gibi kokularıyla yiyeceklerini bulan kuşlar için de geçerli. Çubuklu balina gibi diğer türler de, asıl yiyecekleri olan planktonları sudan süzerken yanlışlıkla plastik maddeleri de birlikte vücuduna alıyor. Canlıların plastiği bu şekilde doğrudan tüketmeleri haricinde okyanuslardaki girdaplara sıkışarak küçük parçalara bölünen plastikler (mikroplastik), deniz canlıları tarafından sindirilebilir hale geliyor. Ve böylece doğaya ait olmayan malzeme canlılara sızarak zarar vermeye devam ediyor. Sindirilerek tüketilen plastiğin canlıların ölmesine etkisi henüz araştırılsa da olumsuz etkilerini görmek mümkün olabilir, onlarda veya onları tüketen biz insanlarda. Pek çok canlı, boğularak ya da sindirim sistemini tıkayan ve açlıktan ölmesine sebep olan plastiklere maruz kalıyor. Okyanuslarda hızla artan plastik oranıyla ise bu tehlike devam ediyor.
Sadece sulara veya deniz canlılarına zarar geldiğini düşünenler olsa da tükettiğimiz balıklarla veyahut içtiğimiz su kaynaklarıyla bizler de doğrudan etkileniyoruz. İngiltere’de gelişim çağındaki gençler üzerinde yapılan bir araştırma da bunun kanıtlarından biri aslında. Gençlerin yüzde 90’ı vücutlarında plastik şişelerde bulunan, hem hormonal hem de üreme sistemlerini olumsuz etkileyen Bisphenol A (BPA) maddesini taşıyormuş. İklimsel değişikliklerle, bilinçsiz tüketimle kurumaya yüz tutan birçok tatlı su kaynaklarımız olmasıyla birlikte bir de plastik atıklar veya diğer atıklarla sularımızı kirletiyor, doğanın bize sunduğu kaynakları kendi ellerimizle yok ediyoruz. Türkiye’deki yüzey sularının, derelerin ve göllerin yüzde 79’unun kirlenmiş durumda olduğunu ve bu rakamın da yaklaşık yüzde 60’ının içme suyu olarak kullanılamayacak nitelikte olması da durumun veha:metini hayatımızın içinden gösteriyor. Aslında su kaynaklarımızı kirletmek, sadece içme suyumuzu azaltmakla, yok etmekle kalmıyor; soluduğumuz oksijenin yüzde 70’inin kaynağı olan denizdeki canlıları yok etmek yani nefes almak ve su içmek gibi temel ihtiyaçlarımızı yani canımızı kaybetmek de demek oluyor…
Dünya genelinde 2015’te yapılan bir çalışmaya göre her yıl karadan denizlere 8 milyon ton plastik atılıyor. Yine bu çalışmaya göre, önlem alınmadığı takdirde 2025 itibariyle yılda 17,5 milyon ton plastik atık okyanuslara girebilir. Ve de 2050 yılında da deniz canlılarından daha çok plastik atığı okyanuslarda görmek de mümkün olabilir. Dünya özellikle 2018 yılında bu tehlikeye dikkat çekmek için kampanyalar, projeler yaptı ve şuanda da yapmaya devam ediyor. Ülkeler, şirketler, sivil toplum kuruluşları hala ümit varken dünyanın geleceği için harekete geçti. Geri dönüştürülebilir ambalajlar tasarlayan bazı özel şirketler, sahil kesimlerinde atıkların toplandığı etkinlikler (Özellikle 15 Eylül 2018 dünya temizlik gününde Türkiye de dahil dünyanın pek çok yerinde bu aktiviteler yapıldı.), dikkat çekmek için Pasifik Okyanusunu 180 günde yüzerek geçen Ben Lecomte, doğa için atılan adımlardan birkaçı. Uluslararası çevre koruma örgütü Greenpeace de “Plastikten Kurtulun” isimli kampanyasının bünyesinde 42 ülkeden 10 bin gönüllü denizlerdeki plastik kirliliğini de denetledi.9 ay süren incelemelerin sonucunda ise 239 deniz temizleme operasyonunda toplam 187 binden fazla plastik parçası toplandı.
Bütün araştırmalara sonucunda yaşadığımız dünyada büyük rakamlarda atık miktarları olduğunu görüyoruz. Tehlikeyi bizzat ve önemli ölçüde gördükten sonra harekete geçmiş olsak da geri dönüşüm gibi, çöpleri toplama gibi pek çok temizleme çalışması başlatılmış durumda evet. Hatta Ocean Cleanup öncülüğünde System 001 adıyla başlatılan bir proje 5 yıllık bir hazırlıktan sonra Pasifik Okyanusun’ndaki 88 bin ton plastik atığı gelişmiş bir ağ sistemiyle temizleyecek. Bu çalışmalar güzel adımlar olsa da düşünmemiz gereken, atıkları temizlemenin yanısıra daha fazla atık üretmemek olmalı aslında. Plastiğin geri dönüşümünde de bazı zararlı durumlar olabileceğine dair yorumlar varken ve aslında şuan dünyada sadece plastiklerin 5’te biri geri dönüşüme verilirken plastiğe alternatif malzemeler, doğa dostu malzemeler kullanmak ve atıkları kontrol etmek daha ileriye dönük bir adım olacaktır. İlk adım da “Plastikler kendi günlük hayatımızın ne kadarında varlar?” sorusunun cevabını bulmak olabilir. “Ve biz kendi hayatımızdan başlayarak neler yapabiliriz?”
Dünya bizim dünyamız ve nefes aldığımız bu doğa da tüm beraber yaşadığımız canlılarla birlikte bizim. Yaşadığımız yeri yok edip, ona düşüncesizce zarar verip, yaşamak için başka bir gezegen arayışına çıkmak sadece canavarın kendine başka bir yem bulması gibi olmaz mı? WFF Türkiye’nin dünyadaki pek çok başlatılan proje gibi daha iyi bir dünya için başlattığı ‘Bir Güzel Hareket’ http://www.1guzelhareket.org/ kampanyasını sizin için buraya bıraktıktan sonra Güven İslamoğlu’nun katıldığım bir seminerindeki yakaladığım bazı cümleleriyle size veda edeyim.
‘Doğayı korursak insanı koruruz. Modern yaşamı da biyolojik çeşitliliğe borçluyuz. Doğa kendini 5 6 kez yeniler ama biz insanların nesli tehlike altında.’ (doğrusunu söylemek gerekirse gerçekten de doğa olmazsa biz yaşayamayız ama biz olmazsak doğa hayatına devam edebilir. Alıntılarıma bir ek olsun bu da)
‘Kalbiniz yeşilse beyniniz yeşilse hala yaşam için umut vardır, yapabilecek bir şeyler vardır.’ Güven İslamoğlu
Betül Akbaş
* https://sbu.saglik.gov.tr/Ekutuphane/kitaplar/css46.pdf
