Susmak, Konuşmanın imkânsızlığı ve Hacire Ana


Toplumsal kutuplaşma, söylemlerin birbirinden uzaklaşması, tarafgirlik ve bir arada yaşamanın gittikçe zorlaşması, artık hem ülkemiz hem de dünyamız için üzücü bir gerçek…
Günümüzde diyalog kurmaktan, anlamaktan ve anlaşılmaktan daha kolay ve işe yarayan bir şey varsa, o da var oluşumuzu karşımıza herhangi bir şey koyarak ispatlamak… Bu durumun en çok etkilediği eylem ise tahmin edileceği üzere konuşmak… İnsanların birbirlerine karşı kendilerini ifade edebilmesi neredeyse imkânsız bir hale gelmiş durumda…
Aslında doğası itibariyle konuşmak zaten pek mümkün olmayan bir eylem… Osman Çakmakçı’nın “Konuşmanın İmkânsızlığı Üzerine Bir Diyalog” adlı kitabında bahsettiği bu görüşün temelinde, kavramların ve kelimelerin her insan için farklı bir anlam olduğu ve insanların arasında karşılıklı olarak bir konuşmadan ve iletişimden ziyade, duyarlılık üzerinde şekillenen bir anlaşma olabileceği savunuluyor. Çakmakçı’nın bu görüşünü de temel alarak sorunumuzu şöyle de özetleyebiliriz:
-İnsanlık olarak birbirimize olan duyarlılığımız, birbirimizi dikkate almamız ve önemsememiz her geçen gün gittikçe azalıyor…
Bu şartlarda insanlar ya tamamen susmayı ya da belirtildiği gibi herhangi bir cephede karşısına başka bir grubu ya da özneyi koyarak kendini güvence altına almayı tercih ediyor. Ancak ne yazık ki bu iki yolun da birleştiği tek nota çözümsüzlükten başka bir şey değil… Unutulmamalıdır ki insanlık medeniyeti ilk çağlardan günümüze kadar diyalog üzerinde gelişebilmiş, karşılıklı kutuplaşma ve çatışma ortamı da tarihin her safhasında daha büyük sorunlara yol açmıştır.
Günümüzdeki vaziyetin Dünyaya olan etkisi radikal, ırkçı ve popülist söylemlerin gittikçe daha fazla karşılık bulması ve kitlesel hareketlere dönüşmesi olurken, ülkemize etkisi ise siyasetin aktüel dilinin de etkisiyle artan görüşler arası kutuplaşma hali olarak görünüyor. Anlaşılan o ki birileri insanların birbirinden nefret etmesini, ayrışmasını ve gittikçe küçük parçalara ayrılmasını istiyor. Küreselleşmenin ve seküler anlayışın etkisiyle artan ferdiyetçilik ve modern insanın kendi kabuğuna çekilerek hayatı makinelerin içinde yaşamaya başlaması da bu gidişata katalizör etkisi yapıyor. İnsanların fiziki olarak birbirinden uzaklaşması, fikirsel ve ruhsal olarak da birbirlerinden uzaklaştırılmasını daha kolay hale getiriyor.
Ülkemizdeki bu kutuplaşma hali ve yaydığı psikoloji ise yaşadığımız her olayda kendini hissettiriyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Susamam” klibi ile toplumsal olarak sahip olduğumuz neredeyse tüm sorunları dile getiren Rap şarkıcılarına yönelik ağır eleştiriler ve bazı terör örgütleriyle ilişkilendirilmeye gidecek kadar kendilerinin hedef tahtasına konması, geldiğimiz tahammülsüzlüğün boyutlarını ortaya açık bir şekilde koyuyor. Şarkıcılara özellikle sosyal medya üzerinden yapılan eleştirilerin çoğunun ne şarkıyla ne de bu gençlerle alakalı olmayıp, siyasi muhalif çevreleri hedef alması da görüşlerin artık ezbere oluştuğunu ve eleştirel bir söylem ortaya koyan herkesin bu çevrelerle aynı kefeye konarak aynı eleştirilere maruz kalacağını açıkça gösteriyor. Aynı durumun resme tersinden baktığımızda da geçerli olduğunu atlamamamız gerekir. Söz konusu davranış merkezdeki her iki grup tarafından da uygulanmaktadır.
Örnek vermek gerekirse aynı anda hem Kaz Dağları’nda yaşananlara karşı bir tavır gösterebilir, hem de sözde ekolojik bir örgüt olduğunu iddia eden PKK’nın orman yakmasını şiddetle kınayabilmeliydik. Çünkü kesilen ağaç da yakılan ağaç da bizim ağacımız. Bunun yanında söz konusu şarkıda belirtilen her sorun hepimizi yakından ilgilendiren ve canımızı yakan meseleler olduğunu kabul etmeliyiz. Kadına şiddet konusunda ağzını açan birine niyet okuması yapmak yerine, önce Emine Bulut’u hatırlamamız gerekir. Hayvan hakları lafı geçince bunu söyleyenin siyasi görüşlerinden ziyade, Ankara’da zehirli etle vahşice köpekleri katledip sonra para cezasıyla serbest kalan canileri hatırlamak gerekir. Sahip olduğumuz diğer birçok problemi de birbirimizi bu şekilde karalayarak, her ağzını açanı farklı bir terör örgütüne üye yaparak değil, yazının başında da belirtildiği gibi konuşarak ve tartışarak çözebiliriz. Bu anlayış ile de sokağın tehlikeli dilinden uzak kalmış ve her an farklı bir manipülasyon tehlikesi ile karşı karşıya kalabilecek yurttaşlarımızı legal dünyanın sınırları içinde güvende tutabiliriz.
Bu karalama ve kutuplaşma ortamı konuşmanın yanında insanları aynı zamanda sessizliğe ve kayıtsızlığa da itmektedir. Konuşmanın ve fikir belirtmenin artık tehlikeli olmaya başlaması, toplum vicdanını derinden yaralayan olaylara dahi sessiz ve kayıtsız kalabilmeyi mümkün hale getirmektedir. Diyarbakır’da Hacire Ana tarafından HDP il başkanlığı önünde başlatılan ve sonrasında gittikçe büyüyen eylemde, Annelerimizin son derece haklı ve yürek yakıcı bir gerçeği ortaya koymalarına rağmen, bu kutuplaşma ve sessiz kalma anlayışından onlarda nasiplerini almıştır. Toplumun aydın ve sanatçı kesiminin konu hakkındaki duruşu da bu kutuplaşmayı ortaya koymaktadır. Geçtiğimiz yerel seçimlerde aktif rol oynayıp taraflarını belli eden birçok sanatçı bu konuda sessiz kalmayı tercih etmiştir. Bu durum geldiğimiz kutuplaşma ortamında artık acıların da siyasi görüşlere göre tanzim edildiğini göstermektedir. Diyarbakır’da başlayan bu eylem hem PKK’nın varlığını tehdit eden hem de direkt bölge insanı tarafından yapılan bir eylem olması sebebiyle tüm toplum tarafından destek görmesi gerekirken, kamuoyu bu anneler ile cumartesi anneleri arasında yapılan karşılaştırma ile meşgul oluyor, bazı siyasiler ise annelerin zaten yapmış olduğu yasal işlemleri onlara sözde hatırlatarak destek olmak yerine süreci polemik haline getirebilecek adımlar atıyor. Ancak anne yüreğinin samimiyeti ile orada bekleyen her anneye desteğin çığ gibi artacağını ve süreç sonunda annelerimizin hepsinin evlatlarına kavuşacaklarını ve örgütün özellikle de şehir yapılanmasının ciddi zarar göreceğini umut ediyorum.
Toplumsal kutuplaşmaya dair verdiğim her iki örnekte de toplum olarak birbirimizle kavga etmekten çok birbirimizi daha çok dinlemeye ve anlamaya ihtiyacımız olduğunu vurgulamak istedim. Sahip olduğumuz onlarca sorunu ne susarak ne de birbirimize karşı cephe alarak çözebiliriz. Kadına şiddet sorununun çözümü de, eğitim sorununun çözümü de, Diyarbakırlı annelerimizin acısının dindirilmesi de ve dünyanın daha yaşanabilir bir yer olabilmesi de birbirimize olan duyarlılığımızdan ve birbirimize karşı vereceğimiz değerden geçiyor.
Onur ORUÇ
