GENÇ İLTER

ÜSKÜDAR

07.04.2019
716
ÜSKÜDAR
Reklam

 

Şubatın ilk günleriydi. Soğuk, yağmurlu ve oldukça karanlık bir İstanbul gecesi… Her zamanki gibi eve erkenden gitme niyetinde değilim. Neden gideyim ki eve? Çünkü çoğu zaman hiç kimseyi istemiyorum yanımda. Kendimi kandırdığım, eve geç gitmek için ardı ardına sıraladığım ve bir zaman sonra gerçekten inandığım yahut kendimi inanmaya zorladığım yalanlarım da kalmadı. Yalanlarım tükendi, ben tükendim. Bir mum misali yandıkça tükendim. Cılız ışığım ulaşmaz oldu dört yana. Eriye eriye tükendim.

İstanbul’un en güzel yerlerinden birinde bir gece vakti yürüyorum. Kız Kulesi’ni bütün çıplaklığıyla gören, boğazın, iskelelerin betonlarını ağır ağır dövdüğü sahilde, Üsküdar sahilindeyim. Gecenin karanlığı, gönüllerimizdeki, vicdanlarımızdaki karanlığın eline su bile dökemez. Vurdumduymaz, sağır, vicdanı bir asfalt gibi adeta bir katran gibi kararmış bu şehirde, bu soğukta, bu saatte kim dışarıda durabilir, yürüyebilir ki? Yalnız benim gibiler dışarıda. Bu iğrenç döngüden usanmış, Tanrı’dan merhametli bir el bekleyen, şefkate susamış insanlar durabilir dışarıda. Sokakların tenhalaşmaya başladığı, elin ayağın çekildiği zamanlarda gizlenecek, nefes alacak meskenleri olmalı insanın.

Sahilin hemen dibinde, karanlık suyun büyük bir itaatkarlıkla yaladığı iskelede, sıcaktan rengi kızıllaşmış bir tenekede ateş yanıyor. Muhtemelen şarapçıların yakıp, felekten bir gece çalıp bıraktıkları kor halindeki ateş. Ateşin başında gençten biri duruyor. Hemen kenarında o soğuk betona oturmuş, insanın nefesini göğsüne tıkayan, yüzünü ufak jilet darbeleriyle kesen soğuğu umursamayan bir genç. Bir yandan ellerini ovuşturuyor bir yandan da yanındaki kağıt parçalarına bakıp düşünüyor ve bir yandan da sigarasından ağır ağır duman çekiyor ciğerlerine. Kim bilir bu sigara titrek elleriyle içine çektiği kaçıncı sigarasıydı?

İşim gücüm yok, gece uzun, zaman istemediğim kadar çok. Zaten bizim gibilerin zamandan çok neyi var ki? İç dünyasında boğuşmaya bol bol yetecek zamandan çok neyi var? Buz kesen o soğukta çay ocağından iki karton bardakta çay aldım, oturdum yanına. Hiç tanımadığım ve belki de hayatımda hiç görmediğim adama uzattım çay bardağını. Hiçbir şey demedi. Tuhaf bir sessizlik hakim. Gözüm ister istemez yanındaki kağıt parçalarına ilişti. Yağmurdan nasibini almış, silinmeye yüz tutmuş bir fotoğraf ve birkaç tane ıslak, yazıları birbirine karışmış, mürekkebi kağıda yayılmış okunamayacak mektup. Şu an yaşadığı durumun özetiydi kağıtlar. Bozulmak istemeyen sessizliği bir bıçak gibi deşmek, lime lime etmek istedim.

  • Ne oldu kardeşim? Sana ne oldu? Orospu pazarlıklarının dört döndüğü, kimsenin kimseden haberinin olmadığı bu şehirden mi sıkıldın yoksa onu mu bekliyorsun? Fotoğraftaki gibi sana sarılmasını, şimdi gelip başını okşamasını, sana sahip çıkmasını mı bekliyorsun? Anlatabilirsin, dinlerim ne oldu?

Konuşmakla susmak arasında gidip geldikten sonra farkında olmadığı soğuktan titreyen elleriyle sigarasının üstüne bir yudum çay aldıktan sonra devam etti;

  • Yedi senemi verdiğim, her anında yanında olduğum, yanımdan ayıramadığım, evlilik hayalleri kurduğum, istese canımı vereceğim kadın tarafından terk edildim. Dört gün önce bunları evime kargoyla göndermiş, diyerek yarısı silinmiş, ıslak kağıt mendil kıvamına gelmiş fotoğrafı ve mektupları işaret etti.

 

Bitkindi. Umursamaz ama gergin, asil ama merhamete muhtaç bir duruşu vardı.

Hiçbir şey diyemedim. Sustum. Ne söylenebilirdim ki? Hayatımda ilk defa gördüğüm, dertten omuzları çökmüş bu adama ne söyleyebilirdim? Lal kesildi, konuşamaz oldu dilim bir süre. O an tek yapabildiğim aklımda söyleyeceğim boş teselli sözcüklerini bir biri ardına getirip bir cümle kurmaya çalışarak sigarasına eşlik etmek oldu. Yağmurdan sakınarak içtiği yarı kuru yarı ıslak sigarasına. Kendi içimde kurduğum boş teselli cümlelerini yıkım emri verilmiş bir binayı yıkan iş makinesi operatörünün azim ve kararlılığıyla yıktım. Klasik moral sözcükleri söylemek istemiyordum. Çünkü biliyordum, bir şeye yaramaktan ziyade daha da canını sıkacak ve yakacak. En iyisi ve en doğalı aklıma gelen cümleleri sıkıcı teselli edasından uzak bir şekilde söylemek oldu;

  • İnsanoğlu değil miyiz kardeşim? Yağmur gibi günah akan bu şehirde yaşayan insanlar değil miyiz? Hatalar yapar, düşünmeden terk ederiz. Öfkelenir bir çuval inciri berbat da ederiz. Dedim ya insanoğluyuz biz. Nüfusumuzu arttırıp, insanlığı yok eden insanoğluyuz hem de. Sana hiçbir şey diyemiyorum. Boş birkaç cümle gelecek biliyorum. Ama Allah’ın merhametine ve nefesine bırak kendini. En büyük sanatkar, ve en büyük irade o değil midir? Onun kudretine güven. Allah’a emanet ol kardeşim.

 

Allah’a emanet ol…

 

 

CANER AKAYDIN

Reklam
BİR YORUM YAZIN

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

GENÇ İLTER © Tüm Hakları Saklıdır. - 2021
Tüm haklarımız tarafımızca korunmaktadır. Bu siteden hiçbir yazı veya makale izinsiz kopyalanamaz çoğaltılamaz.