GENÇ İLTER

HÜZÜN

14.04.2019
1.592
HÜZÜN
Reklam

 

Neydi hüzün? Anlatılır mıydı, yaşanılır mıydı, yazılır mıydı yoksa paylaşılır mıydı? Neydi ki hüzün?

Aklımıza geldikçe yakamıza yapışan, tekrar yaşanması mümkün olmayan anılarımız mıydı? Sesini, duruşunu, bakışını, yüzünü görmek istediğimiz fakat aramızda binlerce kilometre mesafe olanlar mıydı hüzün? Onu görünce ne yapacağımızı şaşırırken, elimiz ayağımız birbirine dolanırken onun umurunda olmaması mıydı? Ya da şöyle diyelim; iki gönül arasındaki o aşılmak, ulaşılmak bilmez mesafe miydi hüzün? Neydi hüzün?

Bilirim hüznü. Uzun uzun soluksuz anlatmak isteyip de anlatamadıklarımızdır hüzün. Gecenin bir saatinde daralıp balkona attığımızda kendimizi, içtiğimiz sigaradır hüzün. Ciğerlerimiz patlarcasına içimize çekip, büyük bir efkarla boşluğa üflediğimiz dumanlardır hüzün. Hüzün, soğuk sıcak demeden o sigarayı içerken etrafa attığımız boş bakışlardır.

Belki de cilası atmış eski bir kemandır hüzün. Farid Farjad’ın koynunda, İran’ın tozlu ve çorak yollarından evimize kadar gelen kemandadır hüzün. Hüzün, onun Sarı Gelin’idir, Golha’sıdır.

Hüzün, iman edercesine güvendiğimiz birinin söylediği bir çift yalanda gizlidir belki de. Hayal kırıklığıdır hüzün. Ummadığımız anda karşımıza çıkan, feleğimizi şaşıran…

Hüzün, Aşık Veysel’in görmeyen gözleriyle fakat yüreğiyle derinden hissederek dokunduğu sazın telleridir. Hüzün o tellerden çıkan, bizi diyardan diyara götüren o eşsiz tınıdır.

Otobüsün camına kafamızı yaslayıp iç dünyamızda adım adım yelken açıp açılırken, orada bulduklarımızdır hüzün.

Hüzün, yağmur sağanak sağanak dökülürken arştan, beraber ıslanmak için can attıklarımız fakat ıslanamadıklarımızdır.

Hüzün, köy yerinde elinde güğümüyle pınar başına gelen genç bir kızın sevdiğine attığı utangaç ama sevgi dolu bakıştır.

Mesela şiirlerdir hüzün. Ümit Yaşar Oğuzcanlar, Ahmet Hamdi Tanpınarlar, Cemal Süreyalar, Ahmet Haşimlerdir hüzün. Hüzün onların satırlarındadır.

Karlı, soğuk kış gecelerinde büyük bir sakinlikle gökten adeta saman taneleri gibi savrulan kar tanelerini sokak lambalarında izlemektir hüzün.

Merhameti olmayan bu devirde, durduk yere kapımızı çalan, evimizi bizden daha iyi ezbere bilen, birden bire peydahlanan, boğazımızı düğümleyen davetsiz misafirdir hüzün.

Hüzün, kağıt toplayarak geçimini sağlayan, bu dünyanın ağır yükü erkenden omuzlarına binmiş bir çocuğun okulun önünden geçerken okula, okulun bahçesine, talebelere attığı bakıştır.

Leyla’sını arayan bir Mecnun gibi sokaklarda yürürken, tanımadığımız, bilmediğimiz sokaklardan geçerken, evin yolunu şaşırırken, köşe başlarında bizlere göz kırpan, boğazımızı düğümleyen o tarifi pek mümkün olmayan duygudur hüzün.

Hüzün, olmayacağına, gerçekleşmeyeceğine kefil olduğumuz her şeye, beslemekten geri durmadığımız umuttur. Yüreklerimizi ister istemez işgal eden umutlarda, ettiğimiz dualarda gizlidir hüzün.

Kış günü sıkıca giyinip dışarı çıktığımızda, yol kenarında bir çocuğun mızıkasını çalarken önüne koyduğu kutunun boş olmasıdır hüzün. Birkaç kuruş olması gereken o boş kutudur hüzün. Titreye titreye mızıkasını çalmaya çalışan çocuğun çıplak ayaklarıdır hüzün.

Hiçbir geliri olmayan, çocuğunu okutmak için gündelik temizliğe giden köylü bir teyzenin, zengin ev sahibinin saygısız veledinden işittiği azardır hüzün.

Denizin sularını büyük bir öfkeyle oradan oraya sürüklerken rüzgar, iskelenin başında ıslandığından haberi olmadan dikilenin bakışlarıdır hüzün.

Çocuğuna okul pantolonu alamadığı için dertten intihar eden bir babanın efkarıdır hüzün. Yahut atanamadığı için intihar eden bir öğretmenin yaşadığı dramdır hüzün. O öğretmenin cebinden çıkan altı lira, sadece altı liradır hüzün.

Hüzün, halk pazarı kurulup toplandıktan sonra yere düşmüş, atılmış çürük meyve ve sebzeleri toplayan, çocuklarına bir tas aş koyma derdine düşmüş bir annedir. Dikkatli ama fark ettirmeden bakın o kadınların yüzlerine. Zira kimselerin yüzlerine bakacak cesaretleri yoktur onların. Hüzün yerdeki üç beş çürük meyvedir, hüzün o kadının dertten kırışmış yüzüdür.

Hüzün, Eren Bülbül’ün ufacık bedenidir. Hüzün, onu bin bir cefayla büyüten annesinin kahrıdır. Kimselere anlatamadığı, kendi içinde yaşadığı, onu gün be gün kahreden, belini büken kahrıdır. ‘Eren’in kıyafetleri yoktu, birkaç parça kim verirse onları giyer mutlu olurdu.’ Hüzün bizleri kahreden bu cümledir. Hüzün, Eren’in giyemediği fakat o çocuk aklıyla hayalini kurduğu kıyafetlerdir. Hüzün, el kadar bedeniye taşıdığı odunlardır. Hüzün, on beştir. On beş yaşında, teröristlerin yerini askerlerimize söyleyen Eren Bülbül’dür hüzün.

Hüzün bir askerdir. Nişanlısına, eşine, anasına, babasına, el kadar yavrusuna hasretidir hüzün. Elindeki silahla dağ gibi duran, nöbet tutan, bizler uyurken dağlarda kilometrelerce intikal yapan bir babanın hiç kimselere belli etmediği ama dinmek bilmeyen sızısıdır hüzün. Ya da bir pazar yerinde eşinin yanında arkadan kahpece silahlı saldırıya uğrayan, başından vurulan, Şehit Astsubay Necdet Aydoğdu’dur hüzün. Hüzün, onun kimsesiz eşidir, hüzün, onun aziz naaşından sol elinde gururla, mutlulukla taşıdığı nişan yüzüğüne sıçrayan kandır.

Hüzün, Türkiye’nin ilk kadın ilçe jandarma komutanı olan ablamız, bacımız, kızımız, evladımız Şehit Yarbay Songül Yakut’tur. Hüzün, onun yakuttan daha kıymetli o koca yüreğidir. Onun vatanına olan sevgisidir, aşkıdır hüzün. O ve silah arkadaşlarını taşıyan helikopterin yerde yanan parçalarıdır hüzün. Hüzün, o kahramanın bu uğurda heba ettiği gençliğidir. Kendisine evlenmeyecek misin diye sorulduğunda, ‘Ben zaten evliyim. Üniformam benim gelinliğimdir.’ diyen kahramanın, kanıyla ıslattığı gelinliğidir hüzün.

Hüzün, o helikopterde şehit olan askerlerimizden biri, on iki askeriyle birlikte şehadet şerbetini içen, Mehmetçiğe sevgisinden dolayı ‘asker Aydoğan’ lakaplı Tümgeneral Aydoğan Aydın’ın şiiridir. 1992’de Üsteğmenken kaleme aldığı, zorluk ve kahır dolu şiiridir hüzün. Hanke’ye Ağıt’tır hüzün.

Hüzün, daha niceleri gibi Emre As teğmenimizin şehadet haberidir. Hayatının baharında asırlık Mekteb-i Harbiye’den mezun olmuş, mezuniyetinin henüz yirminci gününde dağ gibi yüreğini taşıyan bedenine saplanan kör bir kurşundur hüzün. Hüzün, Emre ağabeyimizin evinin önünde bekleyen ambulansın acı sirenleridir.

Hüzün, yeni yeni konuşmaya başlayan bir şehit çocuğunun ‘babam nerede?’ sorularıdır. Hüzün, bu el kadar çocuğun ağzından dökülen yarım yamalak fakat insanı kahreden sorularıdır.

Hüzün, cızırtılı ses kayıtlarında dinlerken yüreğimizi burkan, gözlerimizi nemlendiren, bizleri gururlandıran, Türk Milleti’nin varlık savaşında, can pazarında bu millete kumandanlık eden Gazi Atatürk’ün ses kayıtlarıdır. ‘Uçurumun kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş…’ Hüzün, bu büyük adamın içtiği sigara, içine çektiği duman dolu nefes, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde otuz altı saat boyunca onurla, gururla dimdik okuduğu Nutuk’tur.

Hüzün, suskunluğumuzdur belki de. Yakamızı bir alacaklı edasıyla sıkan suskunluğumuzdur…

Adına toplum, millet dediğimiz kitledir belki de hüzün. Tüm bu yürek dağlayan haberlere kulak tıkayan, umursamayan, tepki göstermeyen bir kitledir.

Hüzünle, selametle…

 

Caner Akaydın

 

 

Reklam
BİR YORUM YAZIN

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 2 YORUM
  1. Zeynep A. dedi ki:

    Hüzün… yazının her cümlesiyle birlikte, daha aklımıza gelmeyen pek çok şey belki de… Gözümüzün önünde ya da kuytu köşelerde.. Yüreğinize sağlık…

    1. GENÇ İLTER dedi ki:

      Çok teşekkürler sevgili okur …

GENÇ İLTER © Tüm Hakları Saklıdır. - 2021
Tüm haklarımız tarafımızca korunmaktadır. Bu siteden hiçbir yazı veya makale izinsiz kopyalanamaz çoğaltılamaz.